20.01.2010

kits.

Bi şarkıdan çıktı yine tüm içim dışıma.. 'kits.'
hüznü akıtmalı ki hazza yer açılsın.
Çok kızgınım! Herkese herbi şeye fena halde öfke barındırıyorum bünyemde ve en büyük parça kendime. Uslanmaz sevesioluşuma. nasıl pişmanım bu kadar yaklaştığıma, bu kadar sevip de olası zararı hesapsiz bağrıma basışıma … bilemezsin.

Kimisi nasıl da kabiliyetli gard indirtmeye… çok benziyoruz ya biz; aynıyız hani?! Ben böyle biri değilim, hayır değiliz, bir değiliz, hiç olmamışız. İlk çatlak seninle başladı, sonu gelmek bilmiyor..çatırdadıkça içime kapanıyorum daha da. Kimseye güvenemez, tahammül edemez oldum. Nasıl değerliydin bende, nasıl da güzeldin…Başkalarına da güzel misin bana olduğun kadar acaba? Haberdar mısın kayıplarımızdan? Ya da kayıp mısın hala kendi dünyanda? Kandırıyo musun kendin gibi başkalarını da ? Sahnende değilim artık, oyununa alkış tutamam ama harikuladesin;bilesin...

Ne de meraklıyım arkadaşlarımı ailem bellemeye !
Çaba sarfedesim kaçmış-gitmiş.. biraz izleyici olmak istiyorum, yorumlamak kovalamaktan kolay.
Tozun kalmadı bil ya sen; hala özlüyorum seni. Aklıma geldiğinde içim burkuluyor , giderek hafiflemesini hayra mı yormalı bilemiyorum.

9.01.2010

masal kahramanıma..



Bunca zaman ve hayatlarından geçtiğim onca insandan sonra hayallerimi kağıda, içimi sana dökmeye, sana vereceğim ilk mektubu
yazmaya biledim dilimi. Henüz birbirimizi tanımıyoruz, bir kalabalıkta, bir köşe başında, bir metroda karşılaşmadıysak tesadüfen...
Karşılaşmışsak bile bağışla beni,dalgınlığıma, yorgunluğuma ver seni farkedemeyişimi. Günler geceler geçerken
ardı arkasına; ben her gün, her dakika içeceğimiz ilk kahveye, izleyeceğimiz ilk filme, çekileceğimiz ilk fotoğrafa,
karışıp gideceğimiz ilk manzaraya, dinleyeceğimiz ilk şarkıya, dokunuşunu iliklerime kadar hissedeceğim ilk ana, ilk bakışına,
adına adaklarıma işliyorum günümün her ilmeğini... Bir an önce yarın olsun, bir an önce sonra olsun, bitsin sen cahilliğim, sen
yoksulluğum diye. Her anım adağım, sana kavuşmaya aldığım her soluk...

Kararmış gecelerde ait olmadığı yerlerde, ait olmadığı kişilerde kirlenen onca ruha inat seni bekliyorum. Yapay ışıklar altında
kararan hislere inat, korkularımdan, endişelerimden sıyrılıp bekliyorum seni... Gel topla kırıklarımı,
arındır akşamdan kalma kalbimi diye. Senin duruluğun kaybetsin içimdeki pusu, bebeklerin hesapsız-kitapsız uykuları, şaşkın-şapşal
gülümsemeleri yerleşsin bana varlığınla. Kusursuz bir romantizm değil istediğim; dupduru bir sevgi. Kör bir aşk,
lal bir aşık değil; hayallerimin gerçeğini ver bana. Siyah giydiğimde güne karamsar başladığımı, konuşarak beslendiğimi,
sarılarak hissettiğimi bil ; çayı kaç şekerli içtiğini, en sevdiğin yemeği, seni nasıl neşelendireceğimi bileceğim gibi.
Durduk yere karışmasın akıllarımız, eksiklerimizi gizlemek için ego savaşlarına maruz bırakmayalım evimizi.
Aynı anda konuşup ziyan etmeyelim cümlelerimizi. Pembe panjurlu ev değil istediğim; hilesiz bir oyun, katıksız bir gıda yüreğinden
beklediğim.Yaşayabileyim seni tüm benliğimle, gezin yıllarla yüzüme yerleşen her çizgide, evim dediğim her şeyimde geçsin adın,
sesin benim adım! Duvardaki her fırça darbesinde emeğin geçsin benimle, zamanla alışılagelme korkusu olmaksızın.
Huzurla selamı kesmemeye yeminli, ucu bucağı olmayan tutkumu vaat ediyorum sana. Bir gelsen,öpsem başımın üstüne
koysam seni...Dalsak uykuya yeni güne merhaba derken kenetlenmiş vücutlarımızın 'biz' kokusuyla.

Bir gün gelecek haklıymışım diyeceğim,seni bulduğumda...Sonunda oldu! buldu beni, bulduk 'biz' i !! Yeniden aşılayacaksın ışıltıyı gözlerime,
kahramanım olacaksın. Açacaksın içini tereddütsüz, dahil edeceksin beni bahçene. Huzur içinde yaslanacağım göğsüne.
Derin bir nefes alacağız...Tek bir nefes! İkimize de yetecek. Sevginin bildiğim tüm anlamlarını sana ithaf edeceğim ...
'Aşk'' bir duygu olmaktan çıkacak,sana bürünecek.


Ben her gün hayalinle süslerken hayatın anlamsız koşuşturmasını, bir adım daha yaklaşıyorsun bana. Tadacağımız mucizevi lezzete
bir soluk daha alıyoruz her adımda. 'Biz' ’ olacağımız, 'bir' olacağımız, görkemimizle kıskandıracağımız güne bu bekleyişim, her erteleyişim.
Elini çabuk tut “bi'tanem”, elimi çabuk tut! Dışarı hapsetme beni, bir an önce al başımın üzerindeki yerini.




12 '07

8.01.2010

I feel like..

kendimi sert kitapların ana karakterleri gibi hissediyorum.. basit yaşayan ama karmaşık hisseden karakterler. bu kendimi fazla önemsediğimden mi, yoksa tersi mi bilmiyorum.
dışarıdan bakanlara mutlu gözükmek bir tür savunma mekanizması; caydırıcı da denilebilir. çoğunlukla uyguladığım yöntem, düşmana karşı alınan soyut gard, ordumun okçu kuvveti.

10.09.2009

herkes kendi kapısının önünde oynasın

arkadaştan yana hayal kırıklıkları, ego savaşları, sinir sisteminde tahribat, ardda bırakmayla doğru orantılı ışığa yaklaşım, çevre faktörlerinin iç huzura etkileri, iç savaş, dış savaş, ganimet toplayıp yola devam.. çok da uzun sayılmayacak bi süre içerisinde bunca yoğunluk bünyede yorgunluk yapıyo haliyle.. bitkin hissetmek yeni güne uyanışa engel olmamalı. yüzde kaç düşünce gücü etraftaki 'padişahım çok yaşa'cılara engel olabilir ki ? 'göz ardı etmek' fiiline mi sarılmalı, 'kal ve şerefinle öl' e mi yanaşılmalı ? bi çok sorunun tek cevabı var : 'herkes kendi kapısının önünde oynasın.'

8.07.2009

yinegeldimgelmezolaydım.

sürekli yinelenen dersi defalarca almama rağmen bi türlü uslanmayan düşünce sistemimin ahmaklığından bıktım ! bunca yıldır biriktirdiğim bi avuç dostun köküne kibrit suyu damlatmamaktaki ısrarımı bi türlü anlayamıyorum. ne kadim bi çelişki, bu ne ezeli bi savaş ? kızgınlıklarımın kırgınlığa, kırgınlıklarımın yamaya dönüşmesi için öfkemin geçmesi yeterli. göz kapaklarıma kazımak istiyorum ihanetleri, her gözümü kapadığımda canımın yanışıyla hatırımda kalsın diye..

2.06.2009

Lütfen...

Bu da bir durak olmasın; çatısı, kapısı olsun...Davet ettiklerim misafirim olsun, vakitlice veda etsin, huzurumla başbaşa bıraksın. Göz değmesin, laf gelmesin, pak olsun. Kuşku barındırmasın, tedirginlik saklamasın. Hüzne harp, umuda kucak açsın. Yanaklarıma dökülenler mutluluğum olsun.
Günaha girmesin, sislenmesin, aydınlansın. Kıymet bilsin, hoyrat olmasın. Bir yastıkta bir ömre gebe kalsın.

3.05.2009

intihar mektubum

Bu giriş-gelişme-sonuçsuz bir yazı olacak. Düğümlenmiş serimin çözümünü okuyana bırakıyorum. Biriktirdiğim 'yapılacaklar' listemin bir köşesindeydi bu mektup, zaman kavramını yitireli aklımdaydı da; erteliyordum... Fiziksel ihtiyaçlarım gibi. Yaşamı kurgulamak sıkıcı olmaya başladığından beri ölümü kurgular oldum. Her hazzı duydum, her acıda yoğruldum, yaşayacak bir şeyim kalmadı değil. Bu bir isyan değil, travma geçirmiorum, olabildiğince sakinim.

Odaklanmada zolandığım zamanların aksine bir süredir bilinç altımın büzüşmesini gözlemliyorum. Zamanında kurduğum hayalleri anılarımla karıştırmaya başladım. İçsel yolculuklarımın sonudur belki de bu, ufkumu açmak adına gerçekleştirecek olduğum boyut değiştirme eylemi: diğerlerinin deyimiyle 'İNTİHAR'.

Uzun zamandır uzaktan bakıyorum bir çok şeye, tahammülüm olmadığından daha fazla kirlenmeye... İnsanların gereksiz, saçma sapan etkilerine; ya da bir o kadar yüzeysel, gürültülü, dünyavi tepkilerine. Kimse üzerine alınmasın ! Ne terimi tenine karıştırdıklarım, ne dünyada var olmama elçi olan tene karışmış ter sahipleri. Ne benimdiniz, ne sizin oldum. Var olduğuna inandığınız gerçekliğe ne kadar da tutkunsunuz ! Dış dünyaya taktığınız barışık maskeye olan hayranlığınız arşa değer. Bana değmesin; değmezsiniz... Bu cahillik yiyor beni. Dilim dilim değil, parça parça ! Yerin dibi, itin götü... Artık her ne derseniz. Utançlarınızı gizlemek için her neyi seçerseniz; estetik duracağınızdan eminim. Hayvani dürtülerin hazza dönüştüğü şehvet anlarını büyütmeyin bu kadar. Karanlığınızı gidermenin yolu bu değil. Neyse..Bana ne zaten. Pay biçmeyin de kendinize gidişimden, umrumda değil. İzbe içinize merhamet ulayarak çınlatmayın kulaklarımı. Ufacık dünyanızı size bırakıyorum. Sınırları başkaları tarafından belirlenmiş yaşamınızı ihlal ediyorum. Her şey olması gerektiği gibi işte... Ne daha uzun, ne daha kısa.

Bilinçsizliğimin bilincindeyim. Düşlerinde kendisini farklı açılardan izleyen birini oynuyorum gerçek dünyada. Genel bir vertigo hali... Ya da ölüsakinlik işte. En son ne zaman şaşırdığımı hatırlamıyorum bile. En son ne zaman acıktığımı, birine özlem duyduğumu, ya da heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Göreceli zamana ayak uydurmak yerine ; uyduruyorum onu kendime. Madem hissettiklerimize göre hızlanıp yavaşlıyor bu lanet şey; hiddetine yenik düşmeyi reddediyorum. Bu oyun benim! Kuralları ben koyarım!

Sıfatları zamirlere uyarlarken yorduğum yüklemlerimi bırakıyorum ardımda. Hayra yorduğum düşlerimin gerçeğini adıyorum kendime, bedenimi burda bırakırken size. Büründüğüm saydamlığa sığınmıyorum, saklanmıyorum. İçimi-dışımı kemiren şeylere bir yenisini daha eklemeyeceğim. Yalınım, çıplağım. Sahte gülüşler arkasına gizlemiyorum tahribatımı.

Son sahnemde ölüm perdeleniyor. Hiç de korkutucu değil. Rahatlıyorum sanki. Soluk bir ten, soğuk ter. Hiç estetik kaygım olmadı zaten. Yeter bu kadar, keyfini çıkaracağım... HOŞÇAKALIN! Ve abartmayın... Ölüm işte; uykunun iki katı.